Bir Mezhebe Uymanın Zorunluluğu Nelerdir?
Bir Mezhebe Uymanın Zorunluluğu Nelerdir? İnkârcılığın ve akılcılığın zirve yaptığı bir çağda yaşıyoruz. Lüzumlu veya lüzumsuz her şeye itiraz ettiğimiz gibi, dinin değişmez hükümleri karşısında da bir Müslüman gibi teslim olmak yerine, işi akıl ve mantığa vurarak itiraza yelteniyoruz.
Hâlbuki Müslüman demek teslim olan demektir. Müslüman kelimesinin kökü teslimden gelir. Kaldı ki biz Müslümanlar, zaten gayba inanmışız. “Allah’tan başka ilah yoktur” dediğimizde aklın delillerinden sayılan beş duyu organımızla görmediğimiz ve varlığını ispat edemediğimiz Allah’a inanmışız.
O halde sorgulayıcı olmanın sınırları olmalı, nitekim makul ölçülerde sorgulamak güzeldir, Fakat ölçüsüzlük insanı dinden ve imandan eder. Müslüman olarak şunu iyi bilmeliyiz. Akıl ve zekâ, bize naslar ve değişmez hükümler karşısında itiraz için değil, onları anlamak için gereklidir.
Bir yerde Allah’ın ayetleri ve değişmez hükümler varken, bunun karşısında aklı koymak, akılcılık yapmak Müslümanı kati surette kâfir yapar. Çünkü Allah’a karşı ilk akılcılık yapan şeytandır. Şeytan Hazreti Âdeme secde etmemek için dedi ki “O topraktan yaratıldı, bense ateşten. Ben ondan daha üstünüm”
İşte bu kısacık itiraz, bu enaniyetle yapılmış akılcılık, cennetin anahtarları elinde bulunan ve adı Azazil olan cennet meleğini, iblis yaparak lanete uğrattı. İbret almak için bu kadar bir misal yeterlidir. Öyle ki şimdi birileri kalkıp “O halde Allah’ın ayetlerine ve emirlerine karşı akılcılık yapanların üstadı şeytandır” derse, açıkçası isabet etmiş olur.
Mezheplere Neden İtiraz Ediliyor?
Yine birileri akılcılık yaparak, “Bir tane din var, dört tane mezhep var. Bunların hangisi doğru?” diyerek yanlış çıkarımlarda bulunuyor. Hâlbuki şöyle düşünse bu meseleyi net bir şekilde anlayacak. İstanbul’dan Ankara’ya dört farklı yol var. Her biri farklı güzergâhlardan gidiyor. Ama hepsi de İstanbul’dan hareket ederek Ankara’ya varıyor.
Bu yolların birbirinden farkı, yolcuların zevkine, yaşadığı bölgeye, yaptığı işe göre değişir. Kime hangi yol kolay geliyorsa, o yoldan menzile varır. Bu durumda diğer yolları kullanarak menzile varan insanlar batıl olmadığı gibi, o yollarda batıl değildir. Dört koldan herkesin varacağı yer aynıdır.
Yani mezhepler Müslüman için kolaylıktır. Dini kolay yaşamak için vardır. Dağda çobanlık yapan bir insan için, elinde silah savaşan bir mücahit için şafi mezhebi kolay olurken, şehirde yaşayan ve masa başı iş yapan bir insan için Hanefi mezhebi kolaydır.
Mezhepler Müslüman için asgari kolaylığı sağlamış yollardır. Daha aşağı bir kolaylık yoktur. Ancak azimetle hareket edecek olan veya daha takva olana sarılacak olan Müslüman içinse, her mezhebin zor olanına tabi olmasında bir sakınca yoktur.
Bir misal verecek olursak, Hanefi mezhebinden olan birinin eli, kadın eline değince abdesti bozulmaz. Fakat o Müslüman takvaya sarılarak Şafii mezhebiyle amel edebilir ve şafiler gibi abdestinin bozulduğunu varsayarak, abdestini yenileyebilir.
Fakat yine Hanefi mezhebinden olan biri, eli kanadığında abdest alması gerekirken, Şafii mezhebine uyarak, “Şafiilerde kan abdesti bozmaz, Şafiilere uyayım” diyerek kendini abdestli kabul edemez. İşte burada kolayına kaçmış olur ki, bu yanlış ve hileli bir iş olur. Bu durum zaruretler hariç, hiçbir mezhep imamı tarafından kabul edilmez.
Bir mezhep imamı, bir konuda hüküm verdiğinde, o hükmün ayetlere hadislere mutabık kalması için, ayetlerin ve hadislerin aksine bir hüküm olmaması için dikkat eder. Bu dikkat o imamın kuranı, sünneti ve hadisleri bilmesinden kaynaklanır.
Şimdilerde ilahiyat bitirmiş Nesibe, hafızasında ravi zinciriyle on hadisi ezbere bilemezken, Yasin suresin ezberden okurken şaşırarak ayetleri atlarken, mezhep imamlarıyla boy ölçüşerek “O da insan bende insanım, bende hüküm verebilirim” diyebiliyor.
Mezhep imamlarının verdiği hükmü beğenmeyen ve kendisinin de hüküm verebileceğini söyleyen bu insan, neye göre hüküm verebilir ki? Böyle bir insan ancak heva ve hevesine göre hüküm verebilir ki bu durum çok sakıncalıdır. Böyle bir durumda kişi isabet etmiş olsa bile hata etmiş kabul edilir.
Netice olarak diyebiliriz ki; Kişi eğer müsteşrik değilse, dini tahrif etme amacı taşımıyorsa, mezheplere itiraz ederek ancak cehalet sergileyebilir. Fakat bu cürmü işlemek için salt cehalet yetmez. Enaniyet, az bilmişlik, kibir ve gaflette gereklidir.
Mezhepler Olmasa Ne Olurdu?
Eğer mezhepler olmasaydı, her âlim, her hoca, belki de her Müslüman bir mezhep olurdu. Böylece Müslüman sayısınca mezhep olurdu ki, iman ve akaidi ilgilendiren meselelerde bile, birinin inandığı yekdiğerinin inandığına benzemezdi.
İki Müslüman saf olup bir namazı bile, usulüyle yanyana kılamazdı. Haramlar ve helaller konusunda şüphe oluşur. Herkes kendi başına bir mezhep olduğu için, kendi anlayış ve idrakine göre ortaya koyduğu dinde, yine kendi keyfine göre haram ve helalin sınırlarını çizerdi.
Neden böyle olurdu? Çünkü her insandan İslami ilimlere vakıf olması beklenemez. Kaldı ki yine her insanın vakıf olduğu ilmi kavraması da bir muammadır. Çünkü günümüzde bile, insanların gözü önünde bulunan hocaların, yanlış meselelere, İslam’dan yanlış delil getirdiklerini görüyoruz.
Üstelik bu hocalar, ilmin bir miktarda olsa künhüne varmış insanlardır. Bir de siz ilim görmeden kendi fetvasıyla, kendi anlayışıyla İslam’dan hüküm çıkararak yaşayacak olan cahili düşünün! Nasıl bir kargaşa olacağı, anlaşılmaz ve insanı küfre düşüren nice hallerin ortaya çıkacağı her hâlükârda tahayyül edilebilir.
Yeni Bir Mezhep Kurulabilir mi?
Asrımıza ulaşana dek, gelmiş geçmiş bütün ulema, dört mezhep hususunda ittifak etmiş ve her biri bir mezhebe tabi olmuştur. Bu âlimlerin arasında muhaddis olan ve içtihat edecek düzeyde olan âlimler olmasına rağmen, dört mezhepten birine tabi olma hususunda bir beis görmemişlerdir.
Böylece günümüze kadar ulaşan ve ehlisünnetin omurgasını oluşturan dört mezhebin sahihliği yüzbinlerce âlimin icması ile onaylanmış kabul görmüştür. Çünkü bu ümmetin âlimleri hatada, delalette birleşmezler. Bir meselede eğer ihtilaf olursa, böyle bir durumda, âlimlerin ekseriyetinin olduğu yerde olmak gerekir.
Resulullah sav ibni Mace’de belirtiği bu hükme göre, aslında bugün ne bir Vahhabi ne bir Şia’nın olmaması gerekir. Çoğunlukla beraber olmak için, dört mezhepten herhangi birine tabi olarak, ibadetini yerine getirmeli ve ehlisünnet anlayışı üzere inanıp yaşamalıdır. Çünkü ümmetin kahir ekseri âlimleri ehlisünnettir.
Yeni mezhebin kurulması ise, günümüz şartlarında mümkün değildir. Çünkü yeni bir mezhebi kuracak ve hakikatten ayrılmadan, hükümlerinde isabet edecek bilgi ve birikime sahip bir müçtehit yoktur. Kaldı ki böyle bir müçtehit olsa bile, Hazreti Mehdi gelene kadar içtihat kapısı kapanmıştır. Hazreti mehdi geldiğinde, o içtihat edecek, hükmü yenileyecek, gerekirse mezhepleri birleştirerek kendi hüküm verecektir.
Yeni Bir Mezhep Kurmak Gerekli mi?
Bugünün şartlarında bir Müslüman için yeni bir mezhep gerekli değildir. Çünkü bugünün Müslümanı için, hiçbir mesele yoktur ki, ona cevap verilmemiş olmasın. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, her Müslüman için inanmak ve amel etmek noktasında, helallerin ve haramların bilinmesi noktasında, onu şüpheye düşürecek, kafasını karıştıracak, ibadetini yapmaya engel olacak hiçbir soru veya sorun yoktur.
Fakat bazı işler, bazı meseleler vardır ki, onlara bilerek cevap verilmemiş, o konular muhayyer bırakılmıştır. Kalbinde hastalık bulunanlardan başkası, muhayyer olan meselelerin peşine düşmez. Çünkü bu meselelerin muhayyer kalmasının faydası daha büyük olduğundan, zaten muhayyer bırakılmıştır.
Öte yandan bir Müslümanın, karşısına çıkan meselelerde, onun kolaylıkla inanmasını ve ibadetini sağlayan sahih mezhepler dururken, yeni bir mezhebin kurulması gerektiğini söylemek gülünçtür. Bu niyet üzere olanın, iyi niyetinden şüphe edilir. Çünkü asrın insanının çözülmemiş hiçbir meselesi yoktur. Dolayısıyla yeni bir mezhebe de ihtiyaç yoktur.
Mezhebe Uymak Şart mı?
Bir Mezhebe Uymanın Zorunluluğu Nelerdir? adlı konumuza son verirken, mezhebe uymanın gerekliliği ile alakalı başka videolar izlemek isterseniz, burayı tıklayarak youtube üzerinden izleyebilirsiniz.