Zamane Alimlerine ve Fetvalarına Güvenmek!
Zamane Alimlerine ve Fetvalarına Güvenmek! Bizden sonrası olacak mı? Ya da bizden sonra insanlık daha ne kadar var olacak? Bunu bilemiyoruz. Fakat ahir zaman ümmeti olduğumuz, ahir zaman hadislerini okuduğumuzda vuku bulacak hadiselerden anlaşılıyor. Nitekim ahir zaman hadislerinde anlatılan hadiselerin neredeyse kahir ekseri vuku bulmuştur.
Ahir zaman hadislerinde bizim uyarıldığımız bir konu da önderlerin, imamların dal ve mudil (sapan ve saptıran) olacağı gerçeğidir. Kaldı ki Resulullah sav bir hadisinde ”Ümmetimden başı sarıklı yetişmiş bin âlim kişi deccale tabi olacaklar ” İmam Ahmed Bin Hanbeli’n, Müsnedinde geçen bu hadis bize tehlikenin boyutunu ve büyüklüğünü haber veriyor.
Bu hadiste Deccala biat edenlerin âlim olduğunu, onların zaten görünüm itibariyle de Müslüman olduğunu, hatta âlim olmaları sebebiyle Müslümanların önlerinde makam ve mevki sahibi bireyler olduğu anlaşılıyor. Deccala tabi bu âlimlerin gittikleri yere cemaatlerini de sürüklemeleri elbette ki kaçınılmazdır.
Ancak sorgulayan, düşünen ve kendi çabalarıyla, dinini öğrenerek onu mihenk taşı yapan, böylece ölçüye uymayanı kim söylerse söylesin, reddedip, ölçüye uyanı da kabul edenler müstesnadır. Tabi burada “Kimse hocalara sormasın, herkes dinini kendi öğrensin” demiyoruz.
Bilakis kişisel gayret göstererek dinini öğrenen insan her kaynağa müracaat eder, herkesin fikrini öğrenir, öğrendiklerini mezhep imamlarının ve eski âlimlerin sözleriyle kıyaslar, eğer niyeti iyi ise ve hakkı hâkim kılmak gayretinde ise Allah ona hakkın ve hakikatin kapılarını mutlaka açar.
Alim Kimdir ve Kime Alim Denir?
Âlim sözlük manası olarak, bilen kişi demektir. Bu bilmek herhangi bir konuda bilgi sahibi olmak anlamına gelir. Fakat İslami kaynaklara göre âlim, İslam dinini ve hükümlerini bilen kişi demektir.
Böylece öğrendikleri ve iyi bildikleri İslam’ı, insanlara öğreten, onları hakka davet eden, yanlış olanı düzelten, bozuk fikri ayrıştıran, bidat ehline ilmen ve fikren cevap verebilen, aklen kuvvet ve kudret sahibi olandır.
Öte yandan Müslüman bir âlimin sadece bilmesi ve bildiklerini aktarması ona yetmez. Müslüman bir âlim, bildiklerini kendi yaşaması ve bir âlim olmanın haysiyetini ve şerefini her zaman koruması gerektiğinin, bu sıfata uygun davranması gerektiğinin fevkinde olmalıdır. İmam-ı Azam diyor ki:
“Sultanın sofrasına oturan âlimin fetvasına itibar edilmez.” Büyük İmam
Hâlbuki birçok insan için sultanın sofrasında oturmak ne haramdır, ne günah. Oysa bir âlim için bu davranış reddediliyor. Neden? Çünkü âlimin, sultan hatırına hakkın hatırını gizleyeceğinden, hakkın hatırına sırt döneceğinden, belki korkusundan, belki de makam mevki hırsından sultanın gönlüne göre fetva vereceğinden endişe ediliyor.
Nitekim bunun örneklerini zamanımızda da görmekte mümkün. Devlet memuru olan, devletten maaş olan hocaların veya âlimlerin aldıkları maaşlar hatırına, gerektiği gibi konuşamadıklarını, her hakkı dile getiremedikleri, hatta bazen laik kemalist hükümetlerin lehine; ama İslam emirlerinin aleyhine cümleler serdettiklerini pekâlâ hepimiz biliyoruz.
Elbette istisnalar olduğunu söyleyebiliriz. Lakin onlar da kısık seslerdir. Seslerini çıkaramaz, hakkı en üst perdeden gür bir seda ile ifade edemezler. Oysa âlim olmanın gereği hür olmaktır. Hiçbir otoriteye boyun eğmemek, kimsenin tebaası olmamak demektir.
Âlim demek, İslam’da delil olan ve edille-i şeriyye denilen dört esastan başka otorite tanımayan, kimseye karşı boynu bükük olmayan, kimseye karşı minnet borcu olmayan ilim sahibi, cesur ve hakkı haykırmaktan çekinmeyen Müslüman bilgin demektir.
Bu tanıma uyan âlim var mı? Açıkçası bu tanıma uyan âlim belki de günümüzde bir elin parmak sayısını geçmeyecek kadar azdır. Problemlerin temelinde yatan tehlikelerin başında da zaten âlimlerin bu tanıma uymamalarından kaynaklanır.
Düşünsenize! Hür ve özgür olmayan bir âlimin, birilerine göbekten bağı olan âlimin, makam, mevki para veya birtakım dünyevi hırsların derdine düşmüş bir âlimin, hakikate uygun fetva vermesi nasıl mümkün olabilir?
Dini Felakete Götüren Unsurlar Nelerdir?
Bu sorunun cevabına bir hadis aktararak başlamak en doğrusu olacaktır. Çünkü bir mesele hakkında hadis varsa, ondan daha güzel, ondan daha anlamlı, ondan daha doğru söz yoktur. Bu yüzden hemen hadisi aktaralım:
“Dinin felaketine yol açan üç sebeb vardır: Günahkâr fıkıh âlimi, zalim devlet başkanı ve cahil müctehiddir.” Feyzü’l-kadir, 1/52
Hadise baktığımızda, iki âlimden bir devlet başkanından bahsedilmiş, Devlet başkanının durumu gayet anlaşılır. Helal olanı haram eden kanunlar yaparak, halkı sefalete sürükleyip, fakirlik nedeniyle halkı istemediği işleri yapmaya sevk etmek ve sebep olmak, bir devlet başkanı için dini felakete sürüklediğine dair yeterince sebeptir.
Müçtehid ise içtihad edebilen, din hakkında hüküm çıkarabilen, dini yenileyebilen âlim demektir ki, böyle âlimler 100 senede bir gelir ki, zamanımızda öyle bir âlimin olmadığı, herkes tarafından malumdur. Fıkıh bilen cahillere gelince, onların gerçekten fıkıh bilenlerinin bir kısmı, fıkhı işine geldiği yerden tutarken, bir kısmı da zaten gerçek manada fıkıh bilmemektedir.
İşte o fıkıh bilmeyen, fakat büyük koltuklara oturmuş, bol bol mikrofonlara uzanmış, göz önünde cehaletiyle yaşayan ve cehaletiyle konuşan hocalar tamda zamanımızın hocalarıdır. Bunlar sadece günah işleyerek, dini felakete sürüklemez. Bunlar aynı zamanda yanlış fetvaları, yanlı sözleri ve hatalı duruşlarıyla da dini felakete sürükler.
Çünkü Allah ahir zaman üzerinde ilmi insanlar arasından çekip alır. Ortada ilim yokken, “Âlim” takılan on binlerin olması da trajikomiktir. Zaman Google fetvacısı icat etmiş, Youtube hocası doğurmuş, Tiktok vaazcısı peyda etmiştir. Durum Müslümanlar adına içler acısıdır.
İnternet sayesinde hiçte azımsanmayacak sayıda insana ulaşan, belki daha fazla izlenme, belki birazcık para veya meşhur olma gayretince medya maymunluğu yapan bu genç sözde âlimler, onları takip eden samimi ama saf Müslümanların inanç dünyasında derin yaralar açacağı muhakkaktır.
“Allah Teâlâ, ilmi kullardan soymak suretiyle çekip almaz. Ancak ilmi, âlimleri almak suretiyle ortadan kaldırır. Allah hiçbir âlim bırakmayınca da insanlar birtakım cahil başlar edinirler ve onlara sorular sorarlar, onlar da ilimsiz fetva verirler. Bu yüzden de hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar.” (Buhari, İlim, 34; Müslim, İlim, 13, 14; Müsned, 2/162)
Yukarıda ki hadis, aklı başında her Müslümanın içini ürpertecek türdendir. Müslümanın tefekkür edip, gidişatını gözden geçirmesini gerektiren, takip ettiği, peşinden gittiği ve fetvalarına aldandığı güya hocaların durumunu tetkik etmesini gerektiren bir hadistir.
Dağ Gibi Cehaletten Doğan Saptırıcı Fetvalar
Fetvalar neden saptırıcı olur? Çünkü o fetvayı veren güya âlim, Allah’ın emirlerinin aksine söz söyler, helal olanı haram veya haram olanı helal eder. Böylece bu fetvayı vererek, fetva verende böyle bir fetvayı kabul eden de sapkın olur.
Fetva veren, bu fetvayı ya cehaletinden, yani yetersiz ilminden, ya yancı olduğu siyasi parti yüzünden, ya kazanç için ya mevki veya makam için verir. Sebep her ne olursa olsun böyle bir fetva veren içinde, o fetvayı kabul edip o fetvaya göre yaşayanda felakete duçar olur.
Öyle ki birkaç misal verecek olursa, günümüzde, hiçbir delili olmadığı halde “Sigara haramdır” diyenlere, birçok eseri olduğu halde, “Enflasyon oranında faiz alınabilir” diyen sefillere, yine “Tokiden faizle ev alınabilir” diyen sarıklı mollalara, “Araba ihtiyaçtır, banka kredisiyle alınabilir” diyerek saptırıcı fetva verenlere şahit olmamak mümkün değil.
Doğrusu bunlarla bir Müslümanın baş etmesi de mümkün değil. Çünkü bu tür saptırıcı önderlerin ellerinde geniş halk kitlelerine ulaşacak imkânlar vardır. Sıradan bir Müslümanın onları reddedecek ve yanlışlarını duyuracak imkânları mevcut değildir. Fakat Allah kişiye gücünün çattığından fazlasını yüklemez ve hesabını sormaz.
Müslümanlar itirazlarını güçleri nispetinde elde ettikleri ve bulundukları her platformda dile getirmelidir. Yakınlarını, akranlarını, akraba ve kardeşlerini her fırsatta uyarmalıdır.
Saptırıcı Hocalardan ve Fetvalardan Korunmak
Günümüzde “İşte bu hoca gerçekten Muttaki, ilmiyle amil olan, ihlaslı ve kimseye minneti olmayan bir hocadır” diyeceğimiz kimse maalesef yoktur. Belkide vardır; fakat kıyıda köşede olduklarından varlıklarından haberimiz yok. Lakin böyle biri olsa da sanki reklam yapıyormuş gibi, insanları o hocaya yönlendirmek de doğru olmaz. Üstelik yönlendirilen hocanın yarın bilerek veya bilmeyerek bir sapkınlığa ortak olmayacağının garantisi de olamaz.
Bu yüzden zamanın Müslümanı dinini bilmelidir. Bu konuda ona en büyük yardımcı ameli hususlarda mezhep imamlarının verdiği fetvalar ve yine ibadetini nasıl yapacağına dair bilgi veren ilmihal kitaplarıdır.
Müslümanlar tarafından güvenirliği kabul edilmiş, gayet sade ve akıcı olan büyük İslam ilmihali kitabı bir Müslümanın bu ihtiyacını giderebilir. Ömer Nasuhi Bilmen’in bu hizmetinden dolayı ona Rabbimizden rahmet dilerken, Eski eserlerin sağlamlığından, güvenirliliğinden dem vurmaya gerek yok.
Zamanımızda yaşamamış, en az yüz sene önce yaşamış, ehlisünnet âlimlerinin kitapları temin edilerek okunabilir, anlaşılmayan yerler ise, birkaç hocaya sorularak veya bilgisinden emin olunan veya internetten araştırılarak öğrenilebilir. Allah hepimizi, ümmeti Muhammedi, saptıran önderlerin şerrinden korusun ve bir sapkınlığa düşmekten bizi muhafaza etsin. Âmin.